22 Mart 2010 Pazartesi

erguvanları erkenden çağırsak mı?


bugün 23 eylül 2009 gecesinden beri geçirdiğimiz en uzun gündüz...

Erguvanlara az kaldı.

conconlarca keşfinin bilmem kaçıncı yılı şerefine



iktisat fakültesi'ndeki 3 yıl fazladan ikametimin sebeplerinden biriydi. elmalı nargile ve elma çayıyla orda tanışmıştım. bir üsküdar-eminönü motorunda tüketildiğini öğrendim.

-çorluluyu bilio musuan?

-a biliyorum çok kitsch bi mekan di mie...

15 Aralık 2009 Salı

n'olmuş benim köpeğime


derken bir sabah erken yine iş yolları bize görünmüşken tam işyeri kapısı girişinde yerde oynaşan ve tanımlanamayan sesler çıkaran şey de ne ola!
bir hayvan olma olasılığına karşı tepesinde bittiğim bu canlının gerçekte ne olacağını anlamam uzun sürmedi. bu, salak anası geze geze doğurduğu için rahimden kopar kopmaz asfaltla tanışmış bir enikten gayrı bir şey değildi. göbek bağı düşmemiş bu yaratık insan olanın onu ölüme terk edemeyeceği sözünden yola çıkarak patronun ve tüm ofis çalışanlarının ''manyak mısın lan ölür bu at çöpe gitsin'' sözlerine rağmen kalorifer peteğinin yanında en sevdiğim ofis hırkamın üzerinde tüysüz, gözsüz ve işeyebilemez halde viyaklamaktaydı. olmak bilmez akşam vaktine vardığımızda mücadele etmem gereken ikinci güç de elbette mother force diyebileceğimiz güçtü. bir ton dil dökmeden sonra gözleri açılana kadar kalabilme iznini kopardığım bu enik dur durak bilmeden acıkmakta, dur durak bilmeden işemeye çalışmakta ve dur durak bilmeden burnunu kulağına sokmaya çalışmaktaydı. bunu gören vicdan sahibi apartman ahalisi " ah görüyo musun köpek de olsa anne arıyo bak bak" gözyaşları içinde gecenin her on dakikası kalkıp bu şey'i beslememi, işetmemi, gözlerini silmemi, karnına masaj yapmamı izledi. pembe patileri kendisine yeni yuva olarak koltuk altımı seçmiş olsa da gıdıka sebebiyet vermesi nedeniyle onu barındırmam mümkün değildi orda. gel zaman git zaman bu acıkınca etinden et koparılıyormuş gibi ağlayan enik büyüdü. artık bahçedeki asıl kahraman laylanın mamalarına sulanmaya başlıyordu ve her seferinde de dayağı yiyordu. layla üzerine bastığında bu enik bünyeden gelen ses ise sadece şuydu: bık...
tabii doğal hayatın gerçekleriyle o da yüzleşti. akıl hocası layladan gözlemledikleriyle kedilere havlamaya hatta laylaya kafa tutmaya bile başladı. suyu ısınıyordu. ve ona bir sahip bulduk. aylar sonra bir fotoğrafı geldi. kocaman bir korsan olmuştu ve artık bir pandaya benzemiyordu.
sonra bir daha haber alamadım hugo'dan... benim gecelerce günlerce başında beklediğim, büyüsün diye gözünün içine baktığım eniğim kim bilir hangi vicdansız belediyenin zehirli iğnesiyle, ya da hangi insafsız hayvan barınağı yönetici veterinerin gözü dönmüş insansızlığıyla yüz yüze kaldı. kim bilir, kısırlaştırılıp sokağa mı atıldı? hiç bilmediği bir dağ başına mı terk edildi? yoksa güzel boynuna geçirilen bir iple bağlandığı arabaya yetişmek için koşmaktan bitap düşüp sürüne sürüne mi öldü?

belki de mutlu mesut yaşıyordur...
ben onu bıraktığımda çok güzel bir bebekti, hala öyle midir acep?

11 Aralık 2009 Cuma

nası koyduk ama!


kimlik diye bir mevzu tutturuldu gidiyor. altı, üstü, etniği, mistiği, sonradan gelişeni, baskılananı, birden çok sayıda olanı, ezileni, ezeni derken, yine tüm kişisel ontolojiyi bağladık gittik kimliğe. kimliğin futbol seven üzerinde etkileri ve bu futbolun, bu futbol sevenin yamacında futbol sevmeye çalışan bir kadında yansımaları nasıldır acep? bunu hayatımın tribünden izlediğim ilk maçında ucundan kıyısından değerlendirdim.- ben bugün değerlendirme yaptım-
biraz da bileylenmiş tespit yapma ihtiyacım nedeniyle ilk derdim ''erkek kimliği futbol maçlarında nasıl ortaya çıkıyor'' sualini irdelemekti. bakalım kadın kimliğimle bu erkek sporunu izleyebilecek miydim?
baktım ve izleyemediğimi gördüm. zira maçın başında kadınların küfür etmesini, hareket çekmesini çok garipsesem ve kendime bir ''patates soymayı bile bilmeyen osmanlı sarayı sultanı'' havası katmaya çalışsam da maçın ortalarına doğru kendimi ''koymaklı, almaklı, vermekli'' sloganlara eşlik ederken buldum, kendimi kınadım. edilen küfürlerin hiç biri aslında muhatabı olan erkek kişiye yönelik değildi. en kadından ırak slogan olarak değerlendirilebilecek "ibne hakem" sloganı bile cinsiyetçiydi. ne isa'ya ne musa'ya yaranamayan hakem mutlaka bir vakit "ibne hakem" olarak etiketlenecek, verdiği subjektif yanlış kararlar da ibneliğinin bir nişanesi olarak boynuna asılacaktı. diğer sloganlarda ise hakemin ya da rakip takım oyuncularının analarının cinsel hayatlarına dair kesin bulgular ortaya sürülüyordu. yani aslında hangi takımın taraftarı olursa olsun erkek izleyici cinsel kimliğine herhangi bir saldırı almadan maçı bitirebiliyordu. yani toplumdaki cinsiyetçilik biraz daha bileylenmiş olarak zaferini ilan ediyordu. zaten kadınlar da ofsaytı anlamıyordu. anladığını göstermek için çabaladığı zaman da helal olsun delikanlı hatunmuşsun deniliyordu.

futbolun asıl mevzuu gol atmak bile kadın cinselliği üzerinden metaforlaştırılıyordu.

nası koyduk ama

4 Aralık 2009 Cuma

süreli yayın ve kaçırma korkusu

Sevgili hayatımız boyunca sürekli olarak sevgili bir şeyleri kaçırma telaşı içinde oluruz. -tespit yaptım, doğrula beni ey zaman Varan 1- Bazen de bir şeyleri bekleme kaygısı taşırız. - yazı itibariyle sallan yuvarlan bana tomurcukları ile tespit dizmeye devam ediyorum. Varan 2- işte bu bekleme-kaçırma hengamesi için de bir topakçıkdır süreli yayın. zira bir kaçırdın mı allah muhafaza kendini imha eder. Ya da ben öyle sanıyordum. Ya da internet yokken öyleydi. Bitti mi biterdi bazı süreli meretler.

süreli yayınların süresi nedir? aylık, haftalık, günlük! gazete her gün çıkmasına rağmen neden süreli yayın değildir? yoksa öyle midir?

Bizi bu süreli yayın cenderesine sokarak kimler, kimler adına çıkar sağlamaktadır. zaten bitmek bilmez bir koşuşturmaca beklemece halinde sürüp giden hayatımıza bir de süre kaçırma stresi mi eklenmektedir. Okuyucuya bir çeşit ''yersen'' mi yapılmaktadır?

Tüm bu streslerden arınmak için abonelik olayına mı girsem acaba? peki ya o süreli yayından bıkıp aniden okumaktan imtima edersem ve her süresi dolunca yeniden gelmeye devam ederse bu yayın? Abonelik işlerini iptal etmek için sağa, sola açmak gereken telefonlar, iptal ettirmem gereken ödeme emirlerim ne olacak?
ya süreli yayın ilgilileri ''biz sizi ararız'' deyip bir daha hiç aramazlarsa ve gizlice yayın dünyasını terk ederlerse? Gizlice olan hiçbir şeyden hoşlanmıyoruz. yani Marquez Şili'de gizlice yazsa bile hoşlanmam. şeffaflıktan yanayım. şeffaf demişken cam lavabolardan da hoşlanmıyorum ve de şaffaf duşakabinlerden. duşakabinlerin metal aksamlarının zamanla paslanmasından ve kirliymiş gibi görünmesinden de... Mutfak bezine yapışan çay taneciklerinden ve ketılın elle tutulan yerinde biriken kirlerden de... Ve elbette zeytinyağına düşen limon çekirdeğinden, kaynamış sütün üzerinde biriken kaymaktan, peynirin kurumasından, yüz ovalinin sıkılaşmamasından, çenenin alt kısmında ayda yılda bir çıkan ve bu seyrek çıkış nedeniyle unutulup uzayan o siyah kıldan da hoşlanmıyorum! o da bir nevi süreli yayın çünkü. hormonlar tarafından bir sürede yayılan, yapılan bir kıl kendisi.

Hayata kahretmiyorum yine de!

Kastamonu kastamonu Depp depp depp

Depp demeden Johnny'yi anlamak bu olsa gerek. bu muhte(ş)rem şahsı genç kızların sevgili olarak niteleme dönemini geçeli bayağı bir süre oldu. Blue Jean adlı genç kızların taptığı derginin - ben de bir zamanlar genç kız oldum- kapaklarında görürdüm kendisini. Ama yok hayır ben okumazdım bu dergiyi. Vallahi gözüm ilişirdi sadece daha ciddi süreli yayınları alırken. -süreli yayınları İRDELE- İşte bu beğenmediğimiz yayınlarda görüp durdukça bu zat-ı amaan işte bir holivuud insanı daha deyip kaal eşiğinden geçirmemişim. Büyük hata! - daha büyük hatalar da yaptım ancak kamuya açık değil onlar-
Holivudun arızalı starlarından. Filmlerindeki saykodan mı etkilendi yoksa, zaten sayko da filmler mi tetikledi onu bilemiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa o da oynadığı karakteri kendine dönüştürdüğüdür. Misal kişi iyi oyuncudur ancak bir yerde görünce bu kişiyi ya hemen adı gelir aklınıza ya da oynadığı filmler. Fakat mevzu bahis joni dı dep olunca işler değişir sayın emel sayınlar. jonicanı görünce filmin afişi, yönetmeni, oyuncuları, karakterleri, joni'nin özel hayatı ile gelir göz önüne. Misal ben dün izledim kendisini pablik enemileri adlı filmde; gözüme, Makas Ellerden tutun da Ed Wood'a, ölü gelin'den, çarlinin çukulata fabrikasına, hayalet süvari'den, Sweeney todd'dan, Karayip korsanlarına, Dead man'dan Arizona Dream'e ve de vesaireye kadar bir sürü filmi geldi veletin. amiyane bir tabir geliştirmek ve kendisine ''piç oyuncu'' sifatını yakıştırmak istiyorum. Fakat şunu da eklemeden geçemeyeceğim. Bu kardeşimize her daim bir Tim Burton dokunuşu yaraşıyor. Sinemada Adile Naşit-Münir özkul ikilisi nasıl birbirlerini çağrıştırıyorsa Tim Burton ile Coni de aynı etkiyi yapıyor bünyemde.-ki bünyem hashomito hastasıdır kendi tahlillerimce ve de bu yüzden zaman zaman asabi olabilirim bir de depresyona yakın-

sevgili coni, dünkü filmde herkes öldü sana koymadı da sevdiceğin inek polislerce götürüldüğünde ağladın ya! Ah be!

Dur ben bir sigara içeyim. hashomitomu tetikliyor ama olsun!

3 Aralık 2009 Perşembe

yeni bir sayfa bulamazsın

-tanımsalım-

Güzel yazma hırsının daha ilk kelimede patlaması nedeniyle yeni açılan sayfanın yırtılarak yeni açılan yeni bir sayfaya geçme ile değiştirildiği eylemdir bu eylem.

-açıklamasalım-

sürekli yeni sayfa açmak isteyenlerin kitap okurken ayraç kullandıkları, kitap sahifeleri üzerine notlar almadıkları ve yine kitap sahifelerini kulaklarından bükerek kaldıkları yeri işaretlemedikleri gözlenmiştir. Oysa en güzeli kırmızı kurşun kalemle hataları işaretlemek zannımca!

-sonuçsalım-

Yeni bir sayfa açamazsın, eski sahifeler ardından gelecektir.

-feminimselim-

bugünü aslında nasıl sabırla bekledimdi!

yee, yeee, yee!